"Gün olur, alır başımı giderim,. Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim,. Yelkovan kuşlarının peşi sıra. ..."
27 Haziran 2009 Cumartesi
Kilyostan Filyosa geldik
Bizim İstanbulda şu anda oturduğumuz ev Kilyosa çok yakın. Onun için Kilyostan geldik demem çok da yalan sayılmaz.
Zonguldak limanından 14 mil sonra Filyosun çok büyük ve tam korumalı barınağına girdiğimizde saat 4:45 olmuştu. Limanda bağlayacak yer sorduğumuz bir delikanlı bize rıhtımda usturmaçaları hazırlanmış tam bizim tekneye göre bordalanacak bir yer gösterdi. Burası belliki bir tekneye ait sonra sıkıntı çekmeyelim dediğimde ise ''evet abi benim teknemin yeri siz buraya bağlayın ben karşıda kalırım bu gece'' dedi. Yani kendi yerini bize ikram etti balıkcı Doğan.
Daha sonra bizim teknenin önündeki teknede ağdan balık ayıklayan Deniz ve Muammer arkadaşlar yanlarına gidip bir süre onlarla yarenlik ettikten sonra o günkü hasılatları olan 2 kg. kadar barbunu bize vermeye kalkıştılar. Biz yemin billah onları kırmaksızın balığı almayınca bu sefer de yarın gitmeyin sabah sizi köyümüze kahvaltıya götürelim dediler.
İşte böyle.. Kilyosta pek sık rastlanamasa da Filyosta iyi yürekli , misafire ve yabancıya değer veren, gözünü kırpmadan kendi yerini günlük emeğini ikram edebilen insanlar var
Bu sadece Filyos'a has bir özellik değil tabiki. Yol boyu uğradığımız balıkcı barınaklarının nerede ise tamamında benzeri olaylar ve davranışlar gördük.
Tek yaptığımız şey onları gördüğümüzü, kabul ettiğimizi , onlara değer verdiğimizi hissettirmekdi.
Akçakocada örneğin.. Bizim halatımızı alıp mapaya bağlayan genç balıkcılar çıkacağımız rıhtım üzerindeki çay bahcesinde bir masada oturuyorlardı. Ben demir halatı ile ilgilenirken Ayşe işini bitirdi rıhtıma çıktı, çay bahçesine yöneldi ve yandaki boş masaya oturacağına selam gençler diyerek yan masadaki sandalyeyi çekip onların masasına oturdu. Uzaktan gözlediğim kadarı ile hem şaşırdılar hem mutlu oldular. Ben de gurur duydum. Çok doğru bir hareket yaptı.
Filyos klasik bir yazlık kasaba görünümünde. Güzel kumsal ve plajları var. Oldukca mütevazi, küçük ve gelirini tatilciler ve eski Ateş tuğlası fabrikasından elde ediyor.
Filyosu Zonguldak'a bağlayan tren yolu ile istasyon binasının fotografını değişik bir görüntü olsun diye ekledim
En alt fotograf ise esas mesleği savcılık olan ve bilmem nerede savcılık yapmakta iken, istifa edip memleketi Filyosa yerleşen Yalçın beyin av köpeği Drahtar cinsi Şeker. Savcı bey istifa etmekle kalmamış kendisine büyükce bir tekne alıp, gereken donanımı tamamladıktan sonra ekmeğini balıkcılıktan ve deniz salyangozu avından çıkartmaya başlamış. Kutluyorum.
Zonguldak Filyos arasında çilek reçeli
Alışveriş ve ikmal tamamlandıktan sonra saat 14:00 gibi Zonguldak limanından ayrıldık. İlk fotografta görülen bina hemen liman çıkışında dev gibi yükselen kaya kütlesinin üzerine kuş gibi kondurulmuş. İlginç geldiği için buraya ekledim. Ne işe yaradığını bilmiyorum ama fener olmadığı kesin. Bir restoran veya kafe olabilir.
Zonguldaktan çıktıktan 4 mil sonra Kilimli barınağı ondan da 3 mil sonra Çatalağzı termik santralinin barınağı var. Her ikisini de pas geçtik ve 7 mil sonraki filyos barınağını hedefleyerek yola devam ettik.
Çatalağzı Termik santralinin önünde kocaman bir şantiye kurulmuş. Dev bir yüzer şahmerden kıyıdan yarım mil açıkta denize çelik kazıklar çakıyordu. Belliki yeni bir liman tesisi veya iskele yapılacak. Şahmerdan ile kıyı arasından geçip fotografını çekerek yola devam ettik.
Şahmerdanın çekiç sesleri hala kulağımızda ve 1 mil bile uzaklaşmamışken iken başımıza bir iş daha geldi . Tekne normal seyire devam ederken sanki bir şeye takılmış veya vurmuş gibi oldu motorun sesi değişti .Önümüzü sürekli kontrol ediyor olmama rağmen hiç bir şey görmemiştim..
Hemen yol kestim, motoru boşa aldım. Vurma sesi olmadığı için aklıma ilk gelen pervaneye bir halat veya torba taılmış olabileceği idi ama halat da torba da birşeye vurmuş gibi tekneyi tutmazdı. Kıça geçip pervanenin arkasını görünce anladık işi. Belki 6 metreye 4 metre büyüklüğünde kalın bir sera naylonu paraşüt gibi ardımıza takılmıştı.
Kakıç ile naylonu kolayca pervane ve dümenden kurtardık. Temizlendi gibi gözüktü. İleri alıp motora dikkatli bir şekilde yavaş yavaş yol verdim . Tekne yürüyordu ama sesi iyi değildi ve yürümesi gerektiği gibi yürümüyordu. Bunun üzerine soyunup bıçağımı alıp atladım denize. Şaftın etrafına sarılmış A4 kağıt büyüklüğünde 3 ayrı parça daha temizledim. Ondan sonra herşey yoluna girdi bizde yolumuza devam ettik.
Bütün bunlar olurken Ayşe Zonguldaktan aldığımız çileğin yarısını mis kokulu reçel yaptı. Yaşasın artık sabah kahvaltılarında ekmeğin üstüne peynir , peynirin üstüne çilek reçeli var.
Zonguldak en çok Miçoyu yordu
Zonguldak limanına girip bağlandığımızda saat 11:00 olmuştu. Hiç sebzemiz kalmamıştı. Ayrıca yedek mazotumuz da bitmişti ve en önemlisi bir PTT ye gidip emekli maaşımı almalı idim.
Her ne kadar otel parası yok ,yeme içme tekne mutfağından restoran parası yok ama yine de mazot için, kumanya için, barınaklardaki çay bahçeleri için ve cami tuvaletlerinde gereken bozukluklar için para lazım oluyor.
Bu yüzden tekneyi toparlayıp kapıyı camı kapatıp oradaki bir balıkcı arkadaşa teslim ettikten sonra mazot bidonlarını ve SSK emekli karnesini yanımıza alıp köpeklerle beraber yola koyulduk. Liman ile şehir merkezinin arası oldukca uzak olunca bir hayli yürüyerek alışverişimizi yaptık. Pazar varmış pazara gittik. Çok güzel mis kokulu Bartın çilekleri aldık. PTT de biraz sıra bekleyip maaşımızı çektik.
Biraz çevreden fotograflar çektik. İsmet Paşanın meşhur heykelini gördük.
Daha sonra yorgunluktan hal kalmayınca paraya kıyıp bir taksi tutarak en yakın benzinlikten 20 litre mazotumuzu alıp aynı taksi ile tekneye döndük.
Öğle sıcağında koşuşturunca hepimiz biraz yorulduk ama tekneye döner dönmez koştura koştura yatağa gidip esnemesi ve anında uyku moduna geçmesinden en çok kimin yorulduğu gün gibi ortaya çıktı.
Karadeniz Ereğliden Zonguldak'a ilginç kıyılar
Karadeniz Ereğlili balıkcılar bize gerçekten çok yardımcı olup önümüzdeki yol ile ilgili detaylı bilgi verdiler. Zonguldağa kadar kıyıdan 30 m açıktan bile rahatca gidebileceğimizi hiç bir kaya veya sığlık olmadığını söylediler. Dün akşam hortum bulup su depomuzu ağzına kadar doldurdular. Tekneye ara kablo ile 220 V elektrik vermeyi teklif ettiler ama biz gerek görmedik. Onun yerine ben bilgisayarımı kolumun altına alıp onlardan birinin malzeme odasındaki masada çalıştım ve yine geç yattım.
Sabah kalkıp yola çıktığımızda saat 7 olmuştu. Hava çok sakin ve deniz dalgasızdı.
Ereğliden çıkar çıkmaz dimdik kale duvarı gibi kıyıların yanı sıra ilerlemeye başladık. Hakikaten kıyıdan 30 m açıkta bile derinlik 30-40 metreleri buluyordu. Zonguldağa kadar ayni sakin minvalde ve benzeri manzaralar eşliğinde geldik.
İlginç olan tek şey neredeyse her iki koydan birinde karşımıza çıkan ve ne olduğunu bir türlü anlayamadığımız eski ve bakımsız yapılardı. Hem tarihi eski binalara benziyor hem de daha yeni teknolojiye ait izler taşıyorlardı.
Ekli resimlerdekilere benzer belki 10 tane yapı gördük. Aşırı dik yamacın dibinde, denize sıfır, arkasında yol iz olmayan ve sadece denizden ulaşılabilecek yapılardı. Ama ters olan şey bu binaların hiçbirinin iskelesinin veya rıhtımının olmaması ve olsa bile korunaklı koylarda olmadıkları için standart karadeniz havasında bu binalara denizden yanaşmanın neredeyse imkansız olması idi.
Düşün düşün kafayı yiyecektik bu işe bir anlam verebilmek için ki Zonguldak'a yaklaşırken aklımıza geldi sorunun cevabı. Bunlar olsa olsa kömür madeni tünellerinden ulaşılabilen , havalandırma ve tahliye kanalları ile ilgili yapılar olmalı idi. Zonguldağa gittikten sonra oradaki limanda araştırınca doğru tahmin ettiğimizi anladık.
Ayşe daha önce Zonguldak'ı hiç görmemişti. Uzaktan Zonguldak görünüp yaklaşmaya başladıkca yoğun yeşiline, düzenine ve temizliğine biraz şaşırdı. Meğer o Zonguldak'ı kömür madenleri nedeni ile daha renksiz, gri ve çirkin bir yer olarak hayal edermiş. Oysa Zonguldak da çoğu karadeniz kenti gibi hatta onlardan daha bile fazla , deniz kıyısından itibaren yükselmeye başlayan ve limanı çevreleyen yeşil tepeler üstüne kurulu hem güzel hem de çağdaş bir kent.
Karadeniz Ereğli-Zonguldak-Filyos rotası
Bugün sabah atabında Karadeniz Ereğliden Zonguldak'a kadar 23.5 mil öğleden sonra ise Zonguldaktan Filyosa kadar 14 mil aşıp günlük toplam 37.5 mili geride bıraktık.
Sinop etabındaki genel toplamda yaklaşık 183 mili bulduk yani yolun yarısını geçtik
Hava yine çok güzeldi sert bir rüzgar esmedi. Zonguldak Filyos arası 3-4 kuvvetinde bir poyraz vardı ama bizi fazla rahatsız etmedi. Kafadan aldık çok az serpinti yedik.
Kıyılar denize çok dik inen kayalıklardan oluştuğu için deniz çok derindi. Korkmadan 50-200 m kadar açıktan manzaralı ve keyifli bir seyir yaptık.
Bazen aşağı bazen yukarı ama ortama 50 derece kuzey doğuya dümen tuttuk çoğunlukla.
26 Haziran 2009 Cuma
Akcakoca Ereğli Rotası
Yağmur dışında oldukca kolay bir yol oldu. Akçakocadan çıkınca uzun bir süre 60 dereceye Alaplı açıklarına yaklaştıktan sonra yavaş yavaş 35-40 dereceye dönerek dümen tutarak düştük Ereğli limanınıa. Böylece kavisli bir rota izleyerek 2-3 milden fazla açılmadık.
Alttaki GPS cihazının Akçakocadan çıktıktan yarım saat sonra çekilmiş ekran görüntüsünde ise arkamızda Büyük melen Önümüzde Alaplı çayları görülüyor.
Fotograf anında hızımız 6 mil yönümüz ise 81 derece gözüküyor. Aslında 60 tan yukarı hiç çıkmadık. Fotograf çekeceğim diye dümeni bırakıp makinayı alıp ayarlayıp çekene kadar tekne kafayı aşağı çevirip rota dışına çıkıvermiş.
Bugün tamamlanan 20.5 mil ile birlikte İstanbul Sinop etabının yaklaşık toplam 146 millik bir bölümü geride kalmış oldu. Yarıya az kaldı. 336-146 = 190 mil.
Herkül'ün Ereğlide ne işi var
Üst fotograftaki güçlü kuvvetli adam mitolojiden bildiğimiz Herkül. Diğer adı ile Zeus'un ölümlü bir kadından dağan yarı tanrı oğlu Herakles. Heraklesin sırtlayıp yereçalmak üzere olduğu yaratık ise üç başlı ve yılan kuyruklu canavar köpek Kerberus.
Kerberus ise kötülükler tanrısı Hedesin ölüler ülkesinin başına nöbetci koyduğu canavar karakteri. Zeus Herakles'i test etmek için ona12 görev vermiş. Bu görevlerden birisi de Kerberusu öldürmekmiş
Cehaletimden bu heykeli Ereğli parkının ortasında görünce Heraklesin Ereğlide işi ne diye sordum kendime önce. Sonra okuyunca öğrendim ki Argoslarla birlikte Karadenize gelen Herakles Ereğliye de gelmiş ve Kerberusu orada öldürmüş. Bu yüzden bu kente Heraklia (Ereğli) adı verilmiş. Diğer Heraklialarla karışmasın diye de Heraklia Pontia yani Karadeniz Ereğlisi denmiş.
Ereğli'de hoşumuza giden diğer bir şey de şehir parkında Kurtuluş savaşının Ereğlili kahramanlarına ayırılan minnet alanı. Bu alanda İnebolu gibi Ereğliden Kurtuluş savaşı cephesine yapılan mühimmat ve lojistik malzeme sevkiyatını organize eden devrin vatanseverlerinin büstleri var.
Bir fotografta otantik Ereğli sünnet alyından. Sünnet çocuğu ata bindirilmiş önünde üç tane köçek arkasında bir davul bir gırnata peşlerinde aile yakınları ve onlarca çocuk, çala oynaya sokak sokak geziyorlardı. Köçeklerden bir özel poz verince onun resmini koymak şart oldu.
Son fotograf ise limana bağlayıp dışarı çıkar çıkmaz dan diye gözümüze giren bir dev tabelanın. En üstünde DENİZİN MAVİSİ yazıyordu becerip çekememişim. Geri kalanı okunuyor zaten. Eh biz Ereğliyi gördük öbür dünyaya eksik gitmeyeceğiz. Görmeyenler düşünsün artık.
Karadeniz Ereğlisine yağmurla beraber
Akcakocada sabah şiddetli yağmur sesi ile uyandığımda saat 7:00 olmuştu bile. Acele ile kalkıp arka havuzun çevresindeki tenteyi indirip ilikleyip fermuarlarını kapatana kadar minderler kısmen ıslandılar. Bu arada benim sesime Ayşe de uyandı havaya baktık yağmur sıkı idi ama rüzgar yoktu. Bu yüzden Ereğli hedefli olarak yola çıkmaya karar verdik.
Motoru çalıştırıp kıçtaki ipleri çözdük ama baştan attığımız ırgatlı demiri alırken demirin halatı ırgata sıkıştı. Bu iş 15-20 dakika bizi oyaladı ve ırgat hafif hasar gördü ama sonunda sorunu çözüp demiri yukarı alabildik.
Akçakoca barınağından çıkıp yola koyulduğumuzda saat 8 olmuştu. Nerede ise Ereğliye kadar yağmur durmadı desek yeridir. Bir hafifledi bir şiddetlendi,Bizde resimde görüldüğü gibi sürekli arka tentelerimiz kapalı olarak devam ettik seyire. Kah güneş çıktı kah bulut örttü derken Alaplı çayının açıklarına kadar geldik. Yol boyu rüzgar çok hafif olarak başlarda keşişleme eserken Alaplıdan sonra Karayele çevirdi ama şiddetlenmedi.
Alaplıdan sonra Düzce sularından çıkıp Zonguldak sularına girdik. İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Düzce suları bitti Zonguldak başladı. Geride Bartın, Kastamonu ve Sinop sahilleri kaldı.
Karadeniz Ereğlisine yaklaştıkca en önce Erdemirin bacalarından çıkan dumanları gördük. Daha sonra şehir yavaş yavaş yaklaştı. Önce Erdemirin bir görüntüsünü ekledim ardından Yaklaşan Ereğli'ninkini.
Bugün de 20.5 mil yol alıp saat 11:30 da Limanın solundaki barınağa girdik ve boş bulduğumuz yüksekce bir rıhtıma rıhtıma bordaladık. Biz bordalamak üzere rıhtıma yanaşırken oradaki yaşlıca bir belediye temizlik işcisi yaklaştı ve Ayşe baş ipini ona attı. Adamcağız çımayı halkadan geçirdikten sonra tekrar geri verirken Ayşe teşekkür etti ve adamın bir sorusuna cevap verdi. Bunun üzerine yurdum insanından kısmen haklı nedenlerle şöyle bir yanıt geldi. ''Maşallah Türkceyi de iyi öğrenmişin.'' Güzel bir anı olarak hep hatırlayacağız.
Yarım saat sonra bu rıhtımda genelde büyük teknelerin olması ve agenta botlarının içeri dışarı çok hızlı gidip gelerek dalga yapması üzerine rahat edemeyeceğimizi anladık ve ilk başta gözden kaçırdığımız irili ufaklı balıkcı ve amatör teknelerinin bağlandığı diğer barınağa geçtik.
Bu barınak ise çok kalabalıktı ama her yerde olduğu gibi buradaki balıkcı arkadaşlar da yardımcı oldular ve bize çok güzel bir yer açıp demir atmamıza gerek kalmadan büyükce bir dalgıç teknesine bordalamamızı sağladılar.
25 Haziran 2009 Perşembe
Akcakocada akşam keyfi
Akçakoca ile ilgili yazacağım son rapor gırtlak ile ilgili.
Klasik bu akşam ne yiyelim ne yapayım sorusu üzerine , sen bu ocakta börek pişirebilirmisin deyince, Ayşe elime bir liste verip bunları al gel deneyelim dedi. Uzatmayalım malzemeyi aldım geldim bir saat geçmeden dört dörtlük bir paçanga (şekli farklı ama lezzeti daha bile iyi idi) böreği ve yanında mercimek çorbası hazırdı bile.
Ayşe tabaklara yemek koyarken kafayı bir kaldırdım baktım havada çok güzel bir renk güneş bulutların arkasına gizlenerek çaktırmadan batmaya çalışıyor. Rüzgar sıfır, deniz mis gibi kokuyor. Ortam nefis.
Bende açtım bir şişe kırmızı şarap, birde açtım laptopdaki arşivden Arjantin Tangolarını, ikişer kadeh yuvarladık yemek üstüne.
Çorba ve börekle beraber şarap uyarmı hiç diye düşünür tereddüt ederdim başka zaman olsa.
Uysada içtik.. Uymasada içtik.. Çok da iyi ettik..
Osman gazi, Akcakoca ve Konuralp
Akçakoca eskiden Bolu iline bağlı bir ilçe idi Düzce il olduktan sonra Düzceye bağlandı. Doğal güzellikleri, kent ortak yaşam alanlarının planlaması ve uygulamaları ülkemiz standartlarının çok üstünde. Limanın hemen arkasında tertemiz geniş bir parkı, parkın ortasında da tabiki ismini aldığı Akçakocanın heykeli var.
Ortada oturan Osmanlı imparatorluğuna adını veren Osman Gazi . Elinde gürz tutan ise Akçakocaya adını veren komutanı ve danışmanı. Elinde Tuğ tutan ise Konuralp gazi.
Bu parkın arkasında ve kentin tam merkezinde 5000 kişilik bir cami yer alıyor. Niçin bu kadar büyük yapılmış anlayamadım ama değişik mimarisi ile hemen dikkat çekiyor. Mimarı Üstün Subaşı. Selçuklularda kullanılan sekiz köşeli yıldız üzerine oturtulmuş yıldız kesitli bir kubbesi ve yine aynı mantık ile sekiz yivli yapılmış minareleri ile çok dikkat çekici bir yapı.
Kentin içinden islah edilmiş bir dere akıyor ve hemen limanın yanından denize dökülüyor. Bu derenin yanındaki eski akçakoca evlerinden biri sanayi ve ticaret odasınca restore edilmiş ve kullanılmakta.
Akçakocada bir bütün öğleden sonra gezip görecek sokak kahvelerinde hasır taburelerde çay içip yarenlik yapacak kadar vaktimiz oldu. Güleryüzlü , konuşkan , köpek, misafir ve yardım sever insanlar çıktı hep karşımıza.
Eskiden otobüslerle İstanbul Sinop yolu yaparken, Düzcede ilk molayı verirlerdi soförler hep aynı tesiste.
Bu tesis bir dört yol ağzında idi. Arkamızda İstanbul kalırdı önümüzde Sinop. Sağa dönük tabela Düzce Sehir Merkezi yazardı. Sola dönük olanda ise Akçakoca. Hiç aldırmaz hiç düşünmezdim o zamanlar bu tabelanın sonunda bu kadar hoş ve sıcak bir kent olabileceğini.
Karadenizin Karasinekleri
Bu rapor tamamen geyik bir rapor olacak herhalde. Zaten ilk fotodan da belli. Ayşe bana haber vermeden çekmiş. Göz yolda, bir elde dümen bir elde sinek savar. Biraz komik bir resim ama ciddi bir sıkıntının belgesi aynı zamanda.
Karadenizin bu karasinekleri bir enteresan. Limanlara girince kaçak yolcu gibi geliyorlar sandık ilk baştan ama öyle değil. Aslında limanlara girince kayboluyorlar, açık denize çıkınca tekneye doluşuyorlar. O kadar açığa nasıl geliyorlar nerede bekliyorlar yoksa yüzebiliyorlarmı anlayamadık gitti. Sinop'ta senelerdir denize çıkarım böyle şey görmedim. Belki bu bölgede nehirler çok olduğu için vardır. Öyle 3-5 tane olsa cana minnet ama yüzsüzler bir geldilermi bir bölük birden geliyorlar. Hedefleri ise direk ayaklar, ayakbilekleri ve sırtlar. Üstelik tişörtün üstünden bile ısırıp can yakacak kadar da dişli namussuzlar.
İşte bizde bu yüzden 2 tane birden aldık sineksavarı ve elimizden düşürmüyoruz şekilde görüldüğü gibi.
İkinci fotografta ise teknemizin yeni cicisi soğutucumuzu görüyorsunuz.
Komşumuz ve dostumuz Alev hanım hediye etmese böyle bir şey almak aklımıza gelmeyecekti sığmaz diye. Oysa bal gibi sığdırdık dümen dolabının altına ve bayağı da işimize yarıyor.
Üçüncü fotografta ise seyir halinde yapılan yakıt ikmali görülüyor. Karasudan mazot almadığımız için en son Ağva'da doldurduğumuz depo Akçakoca'ya giderken yarımın altına düştü. Biz de bu şekilde sifonlama yöntemi ile yedekde bekleyen 2 çanta (20 litre) mazotu depoya aktardık. Akçakocaya ulaşınca da limana çok yakın olan tarım kredi kooperatifinden yedekleri doldurup yerine koyduk.
Haliçten çıkarken full depo ve 15 litre yedek mazotumuz vardı. 20 litre Ağvadan aldık 20 litre Akçakocadan. Şu anda full depo ve 10 litre yedeğimiz var Demekki Akçakocaya kadar 45 litre mazot yakmışız (110 TL) toplam yaklaşık 126 mil yol için.
İzmirden İstanbula kadar olan 350 mil için de toplam 130 litre yakmıştık. Buradan şu sonuç çıkıyor pervanedeki değişiklik yakıt tüketimini değiştirmedi.
En alttaki fotograf ise Akçakoca limanının girişi. Liman temiz güzel bir liman ama ağzı batıya ve karayele açık. O yüzden her sene sert batı ve karayel estiğinde 10-15 küçük tekne liman içinde batarmış.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)