Yazı büyüklüğünü değiştirmek için  + + + + +

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Sinop tanıtım 9 - Tarihi roma köprüsü


İlk fotograf Sinop'un çok klasik bir görüntüsü. Güney limanından kuzeye bakarak Korucuk köyü altındaki yazlıkların oradan çektim. Sinop yarımadasının batıdan doğuya dogru yandan görünüşü. Kent merkezi fotografın solunda görülen ince ve alçak berzahta. Berzahtan en doğudaki Adabaşına (Bozburunun ucuna) kadar olan mesafe 4.5 Deniz mili.



Alttaki fotograf ise bu fotografı çektiğim yerden 2 deniz mili daha güneyde kalan Ordu köyü sahilindeki tarihi Roma Köprüsü. Günümüze kadar oldukca iyi durumda kalabilen bu köprü Ordu köyü vadisinden gelen çayın denize döküldüğü
yere kurulmuş.

Romalılar buraya bu köprüyü bırakmışlar. Bu çevrede bir ordu konaklatıp besleten Osmanlı ise köye Ordu köyü adını bırakmış.
Posted by Picasa

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Sinop Tanıtım 6- Dr.Rıza Nur ve kütüphanesi

Ekli fotograf 1879`da Sinop`ta Kunduracı Mahmut Zeki ve Zarflıoğullarından Hacale hanımdan dünyaya gelen ; Osmanlı aydını, Cerrahi Profesörü, son Osmanlı meclisinin Sinop milletvekili, sonra Milli mücadelenin adamı, Sakarya savaşındaki sahra hastanesinin başhekimi, Cumhuriyetin ilk Eğitim bakanı, dış işleri bakanı vekili, Lozan konferansı münazaracısı, muharrir ama hepsinden önemlisi her dönemin Muhalifi Dr.Rıza Nur'un kurduğu ve vakfettiği kütüphane binasına ait.

Yelken kulübünün iskelesinden çektim. 6 ile 13 yaşlar arasında bu kütüphanenin tam arkasındaki rahmetli Hatice ve İsmail Baş'ın evlerinde kirada oturmuştuk. Yelken kulübü ve Derviş Ustanın yelkenlileri ile tanıştığım 9 yaşıma kadar çocukluğum kütüphanenin bahçesinde ve önündeki kayalıklarda tükmükcü ve guirtye gibi kaya balıkları tutarak geçti desem yeridir.

Bugün Fahri Güven'in bir yazısından aldığım kısa notlar ile muhalif hemşehrimiz Dr. Rıza Nur ile ilgili özet bilgiler aktarmak istiyorum..

.... Askeri Tıbbiye`ye devam eder ve buradan 1901`de Tabip Yüzbaşı olarak mezun olur. Tıbbiye`de tahsili sürdürürken dönemin siyasi teşkilatlarıyla teşriki mesaide bulunur. Ayrıca edebiyatla, felsefeyle uğraşır, aruzla yazdığı ilk şiirlerini `Malumat` mecmuasında neşreder. Tıbbiye`de okurken ise iki özelliğiyle tanınır: Çalışkanlık ve `umarsızlık.` Çalışkanlığıyla sınıf çavuşluğunu hak ederken, dünyaya aldırış etmemesi hasebiyle akadaşlarınca `Diyojen` lakabıyla anılır.

... Gülhane Hastahanesi`nde staj yaparken önce `Dahiliye` alanında Prof. Dicke Paşa`nın yanında çalışır. Sonra da cerrahi bölümüne geçerek operatör olur. Bu süreçte mezuniyet tezi olarak hazırladığı `Fenn-i Hitan` başlıklı çalışmayı kitap olarak neşreder. Bu kitap ve sünnet aletlerinden dolayı Sultan Abdülhamid`in takdirini kazanır ve kolağalığı rütbesine yükseltilir. Yazdığı eser ise hocalarınca beğenildiği için Prof. Wieting tarafından Almanca`ya tercüme edilir. 1905`de Gülhane`ye muallim muavini (doçent), 1907`de Askeri Tıbbiye cerrahi hocası (Profesör) olur ve binbaşılığa terfi eder.

1908`de İttihat ve Terakki Fırkası`ndan Sinop milletvekili olarak Meclis`e girer. Ancak İttihat ve Terakki Fırkasının iktidarını beğenmediği, fırka içindeki yolsuzluklara tahammül edemediği için önce muhalif ve sonra İttihat ve Terakki`den istifa eden ilk mebus olur....

....Prens Sabahattin`in fikirleri çerçevesinde bir araya gelen kişilerin kurduğu `Ahrar Fırkası`na dahil olur. Daha sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası`nın kurulması için çalışır. 1911`de bu fırkanın kuruluşundan kısa bir süre sonra yine muhalefet yaparak buradan da ayrılır..

..bazen `Müstakiller` bazen de `Prens Sabahattincilerle` birlikte İttihat ve Terakki iktidarına karşı siyasi muhalefete devam eder . Bir kaç kez tutuklanır ve suçsuzluğu kanıtlanana kadar kısa sürelerle Bekir ağa bölüğünde hapis yatar ve en sonunda yurt dışına kaçmak zorunda kalır.

.... İttihat ve terakki döneminin bitimi ile tekrar İstanbul`a döner ve son Osmanlı Meclis-i Meb`usan`ına Sinop mebusu olarak girer. Bu Meclis dağılınca Ankara`ya gider ve Milli Mücadele hareketine katılır. Milli Mücadele hükümetlerinde Maarif vekili (Mayıs-Aralık 1920), Sıhhiye ve Muavet-i İçtimaiye Vekili olarak görev yapar. 1923`de yine milletvekili olur. Lozan da dahil olmak üzere anlaşmalara katılarak Türkiye`yi temsil eder. Doğduğu şehir olan Sinop`ta büyük bir kütüphane kurarak Milli Eğitim Bakanlığı`na vakfeder.

`İzmir Suikastı`ndan sonra milletvekili olmasına rağmen Atatürk'e de muhalif olması nedeni ile muhaliflerin topyekün tasfiyesine girişilmesi üzerine sıranın kendisine geleceğinden endişe ederek 1926 dan 1938 e kadar 12 yıl yurt dışına çıkar. 1926-1933 yılları arasında Paris`te, 1933-1938 arası ise İskenderiye`de yaşar. Bu on iki yıllık süreçte pek çok eser kaleme alır. 1938`de tekrar yurda dönen Dr. Rıza Nur, Eylül 1942`de vefat eder.
Posted by Picasa

21 Temmuz 2009 Salı

Sinop tanıtım 8- SKY Yelken klubü

Ben 8-9 yaşlarında idim Sinop Karadeniz Yelken İhtisas kulübü binasının yapıldığında. Güney limanında şehrin en güzel sahilinde yani aşıklar caddesinin deniz tarafında, Dr. Rıza Nur kütüphanesi ile Turistik otel (şimdiki MeliaKasım oteli) arasındaki bu güzel binayı devlet yaptı. Ünlü bir mimarın elinden çıkma bir proje uygulandı. Kulüp binası kısa bir dönem hem beden terbiyesi il müdürlüğünün hizmet binası hem de su sporları binası olarak kullanıldı. Daha sonra beden terbiyesi yeni binasına taşınınca tamamen su sporları ve yelken kulübünün kullanımına tahsis edildi.

11 yaşında iken annemden gizli işbu kulübün lisanslı yelken sporcusu olmuştum. Kulübe 150 m mesafede bir evde otururduk. Evde olmak zorunda kalmadığım her saniyeyi kulüp bahçesinde denizde veya karada teknelerle, ve yelkenlerle uğraşarak geçirir , yüzer, balık tutar, midye çıkartır dünyayı unutur bu yüzden eve sürekli geç kalır anneme ve babama her seferinde hesap vermek zorunda kalır haklı olarak azar işitirdim.

Aradan 40 yıl geçmiş, bina aynı bina kulüp aynı kulüp ama herşey bizim zamanımıza göre daha farklı. Daha çok ve daha gelişmiş tekneler, yelkencilik adına çok daha geniş imkanlar var. Malzeme bol. Sporcu sayısı daha fazla. Kulübün üst katı kulübe gelir getiren hoş bir restoran.

Kulübün önüne 40 m civarında muhkem ve günlük yelken antremanları için son derece yeterli bir iskele yapıldı.

Bizim zamanımızda deniz olan sahil yıllar içinde biriken siyah kumlarla bir plaj haline geldi. Bu sene bu plaj ve arkasındaki kulüp bahçesi mevcut yönetimin çabaları ile çok hoş ve çağdaş bir cafe/beach haline dönüştü.
Şehrin tam göbeğinde insanların temiz bir kumdan temiz bir denize girebilecekleri duşu, kabini, kumunda minderi, cafesinde, italyan makarnası, salatası, sandwichleri, çayı, espresso kahvesi olan bir mekan oluştu. Çok da iyi oldu. Emeği geçenlerin eline , aklına sağlık.

Posted by Picasa

19 Temmuz 2009 Pazar

Sinop tanıtım 7- Örüğün altı


Epeyce Tarih yazdıktan sonra biraz da içtimai hayattan ve bilindik mekanlardan yazmak istedim.

İki tane de fotograf ekledim . İlk fotograf Dangazın Osmanın kahvesinin bahçesinde çekildi. Biz figuranların arkasında Tersanenin meşhur Örük ağacı görülüyor. (Sinop ağzında Erik yerine Örük , demir yerine dömür, zembil yerine zömbül söylenir. Her nedense İstanbul lehcesinde sadece kömür sözcüğünde doğrusu bulunmuş onun dışında kalan benzeri sözcüklerde hep yanlış telaffuz benimsenmiştir.)

Örük ağacının hikmeti, dalları altında demli çaylar eşliğinde üretilen Sinop'u ve memleketi kurtaracak tüm projelerin , fikirlerin, sohbetlerin ve hatta dedikoduların hem şahitliğini hem de noterliğini yapmasından gelmektedir.

Bunca vatan kurtarma fikri ve dedikodu ile beslenmesinden olsa gerek, örük ağacı her sene çok bol ve iri örükler verir. Ancak bu örükler zehir gibi ekşidir ve her babayiğit yiyemez. Aşırıpta gizliden yemeye kalkan olursa da kahveyi işleten Figen gözünün yaşına bakmaz fırçayı atar.

Örük ağacının altındaki ekip şöyle. Soldan sağa ayaktakiler: ben, Tersanenin bilinen karakterlerinden Sarıkadirin Şükrü, Çarkcıbaşı Ali Vehbi Üstün. Masada Oturanlar soldan sağa: Şeyik Hüseyinin Horoz Osman, olta balıkcısı Kılçık Emin, asker arkadaşım Devecilerden Hüseyin Sipahi. Ön plandakiler ise Artiz Refik Abimiz ve Sarıkadirin İsmail.


İkinci fotografta en iyi yaptığı ve en sevdiği işi yaparken Sarıkadirin Şükrü görülüyor. Şükrü senelerce marketcilik ve taşımacılık yaptıktan sonra kendini doğaya vermiş klasik bir Sinoplu. Ava gider, denize balığa gider, arkadaşları ile Örüğün altına oturup herşeye muhalefet eder ve boş vakti kalırsa da 8 odalı küçük otelinin işleri ile ilgilenir.

Şükrü yukarıda gördüğünüz ekibin bir kısmının katıldığı bir akşamüstü muhabbeti için ogün bize mangal yaktı. Daha iyisini hiç bir zaman yemediğim güzellikteki taban köftelerinden hazırladı ve pişirdi. Mangalın arkasında gördüğünüz deposunda kırık dökük masanın üstüne kağıtları serdik. İsmail salata yaptı. Kılçık büyük rakıyı kaptı geldi. Sonra bağlama geldi, türküler geldi, sohbet geldi, keyif geldi.

İç mekanda çektiğim fotolar çok karanlık çıktığından ekleyemedim. Bir başka seferde depodaki bir başka muhabbeti fotograflayıp buraya koyacağım. Borcum olsun.
Posted by Picasa

17 Temmuz 2009 Cuma

Sinop tanıtım yazıları 5 - Bu fakirlik niye ?

İki gündür hiç bir şey yazamadım çünkü bir kazayı engellemek amacı ile acilen korna çalmaya çalışırken kendi kendime sağ elimi sakatladım. Başparmağım şişti ve elimi kullanamaz hale geldim. Uygulanan soğuk ve ilaç tedavisi ile bugün biraz daha iyiyim ve yavaş da olsa tekrar yazabiliyorum.
Sağda üç adet fotograf ekledim. İlki yarımadanın doğusundaki Boztepeden batıya doğru çekilmiş ve kıstaktaki yerleşim bölgesinin son halini gösteren bir fotograf.Sağda kuzey limanı solda güney limanı görülüyor. Biz ilkokulda iken kuzeydekine Karadeniz güneydekine Akdeniz derdik nedense.
İkinci fotograf ise antik şehri çevreleyen kalenin güneydoğu burcundan çekilmiş Tersane semti ve balıkcı barınağı görüntüsü. Rast şu anda solda görülen mendirekte baştan kara bağlı durmakta.

Üçüncü ise Rast'ın bağlı olduğu mendireğin en batı ucundan Kuzeye bakarak çekilmiş malum hapishanenin aslında antik tersanenin önündeki kale duvarları ve burçlarını gösteren hoş bir gece fotografı. Bana biraz Rumeli Hisarını anımsatıyor ama burası daha büyük ve çok daha eski.


Bir önceki yazıda Sinop tarihindeki değişik dönemlerde Sinop'un büyümesi ve ekonomik gelişimi ile ilgili bir analiz yapmak istediğimi söylemiştim. Dikkatli bir şekilde farklı düşünen arkadaşlarımı ve resmi tarihi kızdırmadan çok kısa yapmak istiyorum bu işi. İncelediğim 4-5 ciddi kaynaktan benim özümlediğim şunlar.

1.Teknolojinin ilerlemesi, yapay limanların yapılması ve karayollarının yapılması deniz taşımacılığının önemini kaybetmesi ile tüm karadenizin en önemli limanı ve en zengin şehri olan Sinop giderek önemini ve zenginliğini kaybetmiş. Özellikle Cumhuriyet döneminde yurdun demir ağlarla sarılması ve sonra karayolu taşımacılığının aşırı gelişimi, denizciliğimizi ve dolaylı olarak doğal bir liman olan Sinop'umuzu önemsizleştirmiş.

2. Denizci uluslar ve kavimlerin yönetiminde Sinop Altın çağlarını yaşamış. Özellikle Helen döneminde Sinop, ince bir zevkle yapılmış sanat eseri niteliğinde mermer saraylarla, anıtlarla, tapınaklar, yollar, köprüler, kanallar, tersaneler ve kalelerle imar edilmiş.2 kez başkent olmuştur. Hala Sinop'un 4 bir yanında yapılan kazılarda bu döneme ve Roma dönemine ait buluntular fışkırmaktadır.

3. Bizans döneminde ise Sinop'un gelişimi durmuş .Hristiyanlığın yayılması ve sonrası Din işlerinin Devlet işleri ile karışması mezhep ve siyaset kavgaları, Bizans'ın sonunu getirdiği gibi Sinop'un da geriye gitmesine neden olmuştur. Müzemizde bu döneme ait ağırlıklı olarak ikonalar ve dini eserler vardır.

4.Selçuklular ve Anadolu beylikleri döneminde denizcilik önemli bir unsur olmasa da bu yönetimler hala limandan kaynaklanan ticaret ile oluşan kaynakları yatırım olarak geri döndürmeyi ve şehrimize medreseler, camiler, yollar vb eserler bırakabilmeyi becermişlerdir.

5. 15'inci yüzyıldan itibaren Osmanlı Yönetimine giren Sinop tekrar geri gitmeye başlamış, İstanbul'lu Osmanlı yönetimi için Sinop, Konstantinapol'lü Bizans yönetimi için olduğu gibi gözden ve gönülden uzak bir askeri üs ve tersane olmaktan öte gidememiştir. Selçuklu ve beylik yönetimlerinin Sinop'a verdiği önemin yarısı bile Sinoptan esirgenmiş Balkanlara ve Arabistana bir çok imar hizmeti götüren Osmanlı, Sinop'a askeri yatırımlardan , bir iki resmi bina bir okul ve camilerin tamirinden başka ciddi bir yatırım yapmamıştır.

6. Tunç çağından beri Sinop bir kısmını izlerinden ve mitlerden bir kısmını ise yazılı kaynaklardan bilebildiğimiz 10 dan fazla yönetim görmüş ve bu yönetimlerin çok büyük çoğunluğu (Selçuklu ve Osmanlı dahil) şehri ve yönetimi, siyasi ya da askeri yöntemlerle ele geçirdiklerinde kendilerinden önce burada olan farklı ırk, kavim , inanış ve kültürden olan halkı dışlamamış, gitmek isteyene gitme, kalmak isteyene kalma dememiş. Ancak belki de kaçınılmaz olarak Osmanlı döneminin sonlarına doğru ve Cumhuriyet'in ilk döneminde Sinop'un sur dışında yaşayan Ermenice ve ve Rumce konuşan gayrımüslim halkı (ki bunların gerçek kökeninin hattimi, miletlimi, lidyalımı, romalımı, finikelimi, veya anadolunun hangi ırkından olduğu tartışılabilir ama Sinop'lu oldukları tartışılamaz) Sinop'u bırakıp gitmek zorunda kaldılar. Giderken balık isimlerini , denizcilik terimlerini, evlerini, zeytinliklerini, üzüm bağlarını, tapınaklarını bırakıp gittiler. Ama zenaatlerini, ticari yeteneklerini, kültürlerini yanlarına aldılar 2 bavul ve bir denk ve bir sandık ile birlikte.

2009 yılındayız. 84-85 yıl geçmiş üzerinden onlar gideli. Güzelim taş evlerden 10-15 tane kalmıştır belki. Balıkcılık terim ve yöntemleri de kaldı ve hatta teknoloji ile birlikte gelişti. Ama bir tek üzüm bağı, bir tek pekmezhane veya şaraphane yok. Güzelim zeytinlikler iğrenç apartman blokları ile doldu. Başka da bir yorum yapmıyorum bu konuda.

7. Cumhuriyet döneminin hakkını yemeyelim. Cumhuriyetin ilk yıllarında Mimari açıdan çok başarılı 4-5 adet resmi bina yapılmış. Daha sonra Arnavut kaldırımı bütün yollar asfaltlandı ve 20-30 tane estetikten yoksun apartman kisvesinde resmi bina/okul inşa edildi. İskele yapıldı. Balıkcı barınağı yapıldı. Stadyunlar, spor salonları yapıldı. Her türlü teşvik ve desteğe rağmen sanayi ve tarım bir türlü gelişemedi. Son 15-20 senedir karayolları çok yeterli ve kaliteli hale getirildi. Bu kaonudaki yatırımlar hala devam ediyor. Havalimanı yapıldı ve hergün uçak geliyor artık. Tüm ilçe ve köylerimizde karayolu, elektrik, su ve telefon yatırımları yapıldı. DSİ sulama gölet ve barajları yaptı. Bunların hepsi kabul ve hepsi önemli değerli yatırımlar ama en son hamle melesef Sinop'a en büyük zararı verecek olan hamle bir karabasan gibi çoktü güzelim coğrafyamızın üstüne.

Canım doğa yeni yapılmakta olan 3 adet termik santral ile katledilecek. Üstelik şu anda altyapı çalışmaları tamamlanmakta olan Nükleer santral üstüne tüy dikecek. Ben nükleer santral konusundan çok fazla tırsmıyorum ve ülkemizin enerji ihtiyacını biliyorum ama Ukraynadan getirilecek kömür ile çalışacak Termik santraller tüylerimi diken diken yapıyor. Gücümde sadece çevremdeki insanlara anlatıp buralara yazmaya yetiyor.

Kısa yazarım dedim ama çok uzun oldu.
İyi geceler veya günaydın..

Posted by Picasa

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Sinop tanıtım yazıları 4- Roma dönemi ve sonrası


Bugünkü dersimizin konusu Sinop tarihinde Roma dönemi ve sonrası. Görsel olarak ünlü Fransız gravür sanatcısı Jul Lorens'in bazı Sinop gravürleri eşlik edecek. İlk gravür bozburundan şehre bakış. İkincisi mevcut büyük caminin cümle kapısı. Üçüncüsü şu anda çok daha iyi durumda olan Pervane medresesi. Dördüncü gravür ise günümüzde bir kısmı yok edilmiş olan Cumhuriyet ilk okulunun arkasındaki kale duvarlarını gösteriyor.

ROMALILAR DEVRİNDE SİNOP :
MÖ. 70 yılında Roma İmparatorluğu işgal ettiği bu toprakları yeniden tanzim etmiş. Pontus Krallığını Kızılırmak'tan itibaren ikiye bölerek, doğu parçasının idaresini yerli sülalelere vermiş, içinde Sinop'un da olduğu batı parçasını ise doğrudan doğruya bir Roma eyaleti haline getirmiştir. Sinop'un Roma idaresine geçmesi tarihte önemli bir dönüm noktasıdır. Bilhassa Cesar zamanında şehre maddi yardımlardan başka, yeni Roma kolonileri gönderilmiş ve genişleyip büyümesi sağlanmıştır.


BİZANS DEVRİNDE SİNOP :
Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle Doğu Roma topraklarında kalan Sinop yavaş yavaş küçülmeye başlamıştır. Hıristiyanlığın geliştiği bu dönemde şehirde ticaret ve kültür, dini olaylar yüzünden gerilemiştir. Sinop'ta bu dönemde yapılan en önemli Bizans yapıtı halen kalıntıları bulunan Balatlar Kilisesidir.

SELÇUKLU DÖNEMİ :
1204 yılında 4. Haçlı Seferinde İstanbul Latinlerce zapt edilip, Bizans İmparatorluğu dağılınca Sinop Trabzon Pontus Rum Devleti'nin elinde kalmıştır. Daha sonraları Anadoluya gelip yerleşen ve kuvvetli bir devlet kuran Selçuklular ile Trabzon Pontus devleti ile aralarında bir vergi sorunu çıkıncaya kadar Sinop bir Pontus şehri olarak kalmış ancak bu sorun üzerine 1214 tarihinde Selçuklu devletinin başında olan Sultan İzzettin Keykavus'un emri ile dirlik sahibi tüm Vilayet Beylerinin katıldığı bir sefer ile Selçuklu ordusu Sinop'u ve çevresini fethetmek üzere yola çıkmıştır. Selçuklu ordusunun gerek hazırlığından, gerek gidiş yolundan haberdar olmayan Tekfur Sinop yakınlarında 500 atlı ile avlanmakta iken yakalanmış ve 3 gün sonra kale önüne getirilerek Sinop'un teslim olması istenmiştir.
Önceleri teslim olmak istemeyen halk Tekfur'un öldürülmemesi, kimsenin canına kıyılmaması ve herkesin istediği yere gidebilmesi şartıyla 3 Ekim 1214 tarihinde kalenin anahtarlarını Selçuklulara teslim etmiştir.


Selçuklu idaresine geçtikten sonra baştan başa yeniden imar edilen Sinop'ta, önce Pervaneoğulları daha sonra Candaroğulları egemenliğini sürdürmüştür. (Sinop'ta halen ayakta kalmış olan tüm islami yapı ve eserler bu dönemlere aitdir.
Ne yazık ki Osmanlı döneminde bir kaç çeşme, savunmaya yönelik top tabyaları ve Ordu köyüne yapılan bir kemer köprü dışında hiç bir imar çalışması yapılmamıştır.Bu benim notum)

OSMANLI DÖNEMİ
15. yüzyılda gelişmeye ve büyümeye başlayan Osmanlı İmparatorluğuna Anadolu beylikleri katılmaya başlayınca Candaroğlu İsmail Bey'de Osmanlılara bağlılığını ilan etmiş ve böylece Sinop Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresi altına girmiştir.
Bir liman şehri olarak kullanılan Sinop'ta tersanede gemi yapımı bu dönemde de devam etmiştir.
1853 Osmanlı-Rus savaşlarında şehir top atışlarına tutularak yakılmış ve bu tarihten sonra, şehir iyice küçülerek kale içine çekilmiştir.

Bandırma vapuru ile Samsun'a gitmek üzere yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk 18 Mayıs 1919 günü Anadolu'ya karadan geçmek için Sinop Limanına uğramış, ancak o tarihte Sinop-Samsun arasında karayolu olmaması sebebiyle yolculuğuna gemiyle devam etmiştir.


Osmanlı döneminde Sinop idari teşkilat olarak merkezi Samsun olan, Canik Livasına bağlanmış, Tanzimat'ın ilanından sonra Kastamonu'ya sancak olmuş, Cumhuriyet döneminde 1924 yılında Kastamonu'dan ayrılarak il haline getirilmiştir.

Bir sonraki yazıda tüm bu tarihce üzerinde değişik dönemler, yönetimler,ve Sinop'un ekonomik ve sosyal gelişimi ile ilgili resmi olmayan kendi kişisel görüş ve yorumlarımı aktarmak istiyorum.


Posted by Picasa

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Sinop tanıtım yazıları 3- Helenistik dönem sonuna kadar tarihce

Daha önce söz verdiğim gibi bugün Sinop tarihi ile ilgili ve Sinop Müze md.lüğü yayınlarından faydalanarak bilgiler vereceğim. Herzamanki sohbet havasının dışında biraz ders notları gibi olacak ama mazur görüleceğini umuyorum.

İnsanoğlunun Sinop ili sınırları içerisindeki ilk yerleşme tarihinin Tunç çağı ile başladığını son dönemde Sinop çevresinde yapılan arkeolojik kazılardaki buluntulardan anlıyoruz.

Mevcut konumundaki ilk Sinop şehrinin MÖ. 7. yüzyılda bir Helen Kolonisi olarak kurulduğunu ve Antik Çağ'da Karadeniz'in en önemli kenti olduğunu çok daha önceleri yazılı kaynaklardan bilinmekte idi.

Yazılı belge ve bulgulardan öğrendiğimize göre Sinop, MÖ. 70 yılında Romalıların, MS. 395 yılında Bizanslıların, 3 Ekim 1214 tarihinde Selçukluların, 1461 yılında ise Osmanlıların hakimiyetine girmiştir.

TARİH ÖNCESİ SİNOP :
Sevgili memleketim ilk çağda "Paflagonya" adı verilen bölgenin en önemli limanıdır. Anadolu ile Karadenize sahili olan tüm diğer bölgeler ve ülkeler arasında deniz ticaretinde en önemli rolu oynayan bir doğal liman ve ticaret merkezi konumundadır. Henüz yapay limanlar icat olup mertlik bozulmamıştır.Eskilerin söylediği gibi Karadenizin en önemli üç önemli limanından biridir. Temmuz Ağustos ve Sinop.

1953 yılında Kocagöz höyükte yapılan kazılar ve 1987 ve 1988 yıllarında Müze Müdürlüğünce yapılan yüzey araştırmacıları sonucunda tarih öncesi devreler biraz olsun aydınlığa kavuşmuş ve Tunç Çağı 1. dönemine ait (MÖ.? 3000-2700) buluntular ortaya çıkarılmıştır. Bulunan malzeme Sinop, Balkanlar ve İç Anadolu arasındaki ticari ve sosyal ilişkiyi göstermektedir.
Yapılan yüzey araştırması sonucunda çevrede çok sayıda tarih öncesi yerleşim yerlerine rastlanmıştır. Bu yerleşim yerleri sahil boyunca, nehir ağızlarında ve nehir vadileri boyunca iç kesimlere doğru yayılmaktadır. Ancak Kabalı çayı vadisinde Erken kalkolitik (MÖ. 4500) yıllarına tarihlenen iki yerleşim yeri saptanmıştır. Bugün Sinop çevresinde en eski yerleşim alanı Sinop şehir merkezine 15 -20 km. uzaklıktaki Kabalı çayı vadisi olarak belirlenmiştir.

MÖ. 1000 BAŞLARINDA SİNOP :
MÖ. 756 yılında Milet'ten ayrılan ve kendilerine yeni bir şehir kurmak isteyen muhtemelen muhalif göçmenler yarımadamıza gelerek bugünkü Sinop'un ilk temelini atmışlar ve bu şehre Sinope adını vermişlerdir. "Efsaneye göre tanrıça Sinope ırmak tanrısının kızıdır. Zeus Sinope'ye aşık olur. Her dilediğini yerine getireceğine söz verir. Sinope kızlığına dokunmamasını ister. Tanrı yemine bağlı kalarak onu kız bırakır ve bugünkü Sinop'un olduğu yere getirip yerleştirir." Günümüzde ise zavallı Sinop'un bekareti çoktan bozulmuş, bırakın kızlığı 70 kocadan artık nükleer ve termik santraller bölgesi konumuna getirilmek üzeredir.

120 yıl sonra MÖ. 630 yılında ikinci bir koloni Sinop'a yerleşmiştir. Şehrin ilk surlarının büyük bir olasılıkla bu devirlerde yapıldığı tahmin edilmektedir.
Sinop 7. yy başlarında Anadolu'ya kuzeyden gelen Kimmerlerin, 6. yy ortalarında ise İran'dan gelen Perslerin istilasına uğramıştır.

HELENİSTİK DEVİRDE SİNOP :
MÖ. 4. yüzyılın ilk yarısında Paflagonya'lılar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. MÖ. 332 yılında Büyük İskender'in Anadolu'ya girişini fırsat bilen 1. Ariarathes Kapadokya'da bağımsızlığını ilan ederek, Sinop'u da hakimiyetine almış. MÖ. 302 yılında Mitridat Ktistes Paflagonya'da dağınık halde bulunan prenslikleri bir araya getirerek kuvvetli bir devlet kurmuştur. Daha sonra ll. Mitridat ve onun oğlu Farnak Sinop'a hakim olmuş. MÖ. 169 yılında devletin başına Mitridat Flapeton geçmiştir. Mitridat Flapaton Sinop'u bayındır hale sokmuş, başkentini Amasya'dan Sinop'a getirmiştir.

Sinop'un en parlak dönemi ise Mitridat Fatpator zamanında olmuştur. Bütün Karadeniz'i hakimiyeti altına alan Mitridat Romalılara karşı güç kazanıp onları uzaklaştırarark büyük bir imparatorluk kurmuş, ancak Başkenti Sinop'tan Bergama'ya taşımıştır.
Helenistik dönem Sinop'un en parlak zamanı olup, bu dönemde sanat ve kültüre büyük önem verilmiştir.

Bir sonraki yazıda Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri gelecek..
Görüşmek üzere..



Posted by Picasa

Sinop Tanıtım yazıları 2- Diyojen ve Muhalifler


Sinopu tanıtmak amacı ile başlayan bir dizinin en tepesinde olmayı hak eden kişi tartışmasız hemşehrimiz filozof Diyojendir. Şehrin girişindeki bir alana 3 m boyundaki bu heykeli dikmeye cesaret eden ve örümcek kafalı tutuculardan gelen her türlü eleştiriye göğüs geren bir önceki belediye başkanı Zeki Yılmazer oldu. Zeki başkan daha sonra istifa etmiş de olsa AKP den seçilmiş bir başkan idi ve kendisinden önce başkanlık eden onlarca sosyal demokratın yapamadığını ilk yılında yapıverdi.

Otorite ile arasının iyi olmadığını ve olabilecek en sade şekilde yaşamını sürdürdüğünü bildiğimiz Diyojen Sinop doğumlu.
Aradan geçen bin yıllarda, Sinop'un demografik yapısı, yaşayanların dilleri ve dinleri değişmiş. Yaşayanlar değişmiş. Ama Diyojenin ruhu hep burada kalmış olmalı ki, temel prensipleri olan, tevazu ve aza kanaat ve protest yapısı günümüz ortalama Sinoplu'sunda hala bir şekilde devam ediyor.

Cumhuriyet döneminde başka şehirlerden veya köylerden gelip yerleşenler zamanla kasabanın zenginleri olmuşlar. Sinop'un yerlileri ise kalender yapıları ile az çalışmış, çok eğlenmiş, çok laf üretmiş günlük nafakayı doğrulttuktan sonra rakıyı nevaleyi düzüp ya bir ağaç altına yatıp ya da bir kayığa atlayıp şarkısı ile şiiri ile muhabbeti koyulaştırmışlar.

Sinop'un yerlilerinden çok ünlü insanlar çıkmamış. ( Ünlü olmak için biraz hırs gerekir çünkü.) Ama ünlü rejim Muhalifleri yetiştirmişiz. Dr. Rıza Nur gibi, Behice Boran gibi. Üstelik kendi muhalifleri yetmezmiş gibi, gerek Osmanlı döneminde gerekse Cumhuriyet döneminde Sinop siyasi muhaliflerin sürgün veya hapis yeri olmuş. Benim İzzet dedem bile Sinop'a sürgün gelmiş Burhan Feleklerle beraber. Sonra burada avukatlık yaparken babaannemi bulmuş, iç güveysi girmiş ve biz Sinoplu olmuşuz.

Bir de Atatürkten sonra nedense tüm seçimlerde Sinoplular tercihlerini çoğunlukla kaybedenden yana kullanmayı yani yine muhalefette kalmayı becermişler. (Burada sahil ilçelerini özellikle de merkez ilçeyi kastediyorum.)

Aslında niyetim Sinop tarihi ile ilgili bilgiler vermekti ama bu yazı böyle gelişti biraz işe eğlenceli yanından bakıverdim.

Bundan sonraki yazı da Tunç çağından başlayan ve Nükleer çağda devam etmekte olan Sinop tarihini anlatmaya başlayacağım. Bitirebilirmiyim bilmiyorum. Ama kesin başlarım.
Posted by Picasa

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Sinop Tanıtım Yazıları 1- Karar ve Gerekce

Sevgili Arkadaşlarım ve Üstadlarımdan gelen tavsiyeler ve talep üzerine ''birşeyler'' yazmaya devam edeceğim vakit buldukca.

Öncelikle kendimi bildiğimden bu yana tutkulu bir sevgi ile bağlandığım güzel memleketim Sinop'u yazmak istiyorum. Sinop'un, muhteşem tarihi, kültürel , sosyal ve ekonomik yapısı ile ilgili bilgiler vereceğim. Doğal güzelliklerinin, insanlarının, tarihi eserlerinin bazılarını fotograflayıp buraya ekleyeceğim.

Ayrıca yaşadığım köyün, cevizlerimin, ve köyle ilgili diğer konuların öykü ve fotograflarını da eklemeyi düşünüyorum.

Yeterince iyi ve etkili yazabilirsem burada yazacağım satırlar sayesinde Sinop'a gelmek isteyenler çıkabilir ve Sinop turizmine ve ekonomisine minik de olsa bir katkıda bulunmuş olurum.

Bu Blog'u yazmaya başladığım zaman geçmişten kalan eski siyah beyaz Sinop fotografları ile bir powerpoint sunumu eklemiştim. Görmemiş olanların çok olduğu düşüncesi ile bu ilk yayına onunla başlamak istiyorum.

Sonrası bakalım ne gelir ?
Tekrar görüşmek üzere...




.

7 Temmuz 2009 Salı

Adabaşından Limana son 6 mil


Adabaşını döndükten sonra Limana aslında 5 mil kalır. Bu 5 mil boyunca çeşitli balık avlakları ve kara kumlu çok güzel plajlar sancağımızda geride kaldı.

Eskiden zeytinlik olup son yıllarda kooperatif ve paragöz müteahhitler tarafınca dikilen yüksek apartmanlarla içine (buraya fotograf koymuyorum) edilen bölgeyi geçtikten sonra şehir parkının, vapur iskelesinin ve Roma döneminden kalma kale burçlarının önüne geldik.

Son bir milide aşınca balıkcı barınağının mendireğini geçip barınağın içine girdik. Barınağın içine sancağa doğru dönerek girince Buzhane burcu şakül gibi güven verici yapısıyla dimdik ayakta karşıladı bizi. Antik tersane ve şimdilerde Kültür Merkezi yapılan Sabahattin Ali lerin, Nazım Hikmet lerin eski meşhur Sinop Hapishane'sinin burç ve duvarlarını iskelede bırakarak ilerledik.

Karadeniz limanları içinde en fazla sayıda balıkcı teknesi ve amatör gezi teknesi sayısına sahip (800 den fazla) olan Sinop'un nasıl olupta bu kadar küçük ve tıklım tıklım dolu bir barınağı olduğuna bir kez daha şaşırarak Mendirekde Artist Refik abinin teknesinin yanına geldik. Geçici de olsa bir yer bulmuş olmanın mutluluğu ile hazır tonuzu kıçtan alıp baştan kara bağlandık.

Rast artık kendi Limanında.
Posted by Picasa

Adabaşına kadar 6 mil


Rast'ın Aklimana bağlanıp, seyahati bitirme kararı verip, evimize arka kapıdan girmemizden 3 gün sonra hala Rast'ın iskelesi ve tonozu yapılamadı.

Bende bugün Tersanede kahvede balıkcılık kooperatifi başkanı Artist Refik ağabeyi bulup barınakta geçici de olsa bir bağlama yeri bulması için yardım isteyince bana kendi teknesinin yanında bir yer buldu. Daha doğrusu kendi küçük kayığını büyük teknesinin arkasına aldırdı ve bize onun yerini gösterdi. Teşekkürler Refik abi.

Bunun üzerine biz de Sarıkadirin İsmail ile beraber hemen Aklimana gidip Rast'ı aldık ve son 12 mili ne yazık ki Ayşe'siz ve mürettebatsız tamamlayıp Tekneyi kendi bağlama limanına getirdik.

Hem alışkanlıktan hem de raporlama ihtiyacı ile bu son 12 mili de fotografladım. Geçtiğimiz 750 mil yolu görüntüleyip bizim kendi yarımadamızı , yarımadamızın başındaki adabaşını ve limanımızı görüntülememek, yazmamak olmazdı.

İlk fotograf Aklimandan çıktıktan 10 dakika sonra çekildi. Doğuya doğru uzanan Sinop yarımadası görülüyor. Şehir merkezi yarımadanın berzahında kurulu.

İkinci ve üçüncü fotograflar ise yarımadanın en uç noktasını (boz burun) uzaktan ve yakından gösteriyor. Sinopluların arasında bu bölgenin adı adabaşıdır ve denize dimdik inen yüksek kayalıklardan oluşan ve kuzey - güney istikametinde yaklaşık 1.5 mil devam eden balık açısından verimli derin bir bölgedir. Bu burunda hem sis düdüğü hem de boz burun feneri kayalıkların en tepesinde kuruludur.

Adabaşının önemli unsurlarından biri de çevresinde yoğun akıntıların olduğu ve kuşlardan başka kimsenin barınmadığı yaklaşık 70-80 m çapında 20-25 m yüksekliğinde Gazibey (adası) taşıdır.

Son görüntü ise adabaşı batıya doğru dönülmüş ve Gazibey taşı yarım mil geride kalmış durumda iken çekilmiş bir fotograf.
Posted by Picasa

4 Temmuz 2009 Cumartesi

İstemeden yazılan bölüm


Bu sabah rahat rahat uyuduk. Saat 8:00 olmuştu çoktan uyandığımızda. Topu topu 12 mil yolumuz kalmıştı önümüzde. Aslında eve gelmiş bahçeye girmiştik ama arka kapının önünde bekliyor gibiydik. Tek yapmamız gereken evin arkasından önüne dolaşıp ön kapıdan içeri girmekti.

Ancak limandan gelen haberler iyi değildi. Balıkcı barınağında Rast için bundan 2 ay önce siparişini verdiğimiz iskele ve bağlama yeri hala bitmemişti. İskeleyi yapan usta 2 gün daha zaman istiyordu. Limana girersek Rast'ı bir başka teknenin yerine ya da üstüne bağlamak zorunda kalacaktık.

İşte bu yüzden bu yolculuğu Aklimanda tamamlayıp eve arka kapıdan girmeye karar verdik. Rast'ı ön limanda tekneleri ile karşılama hazırlığı yapan arkadaşlardan özür diliyoruz. Böylesi daha iyi oldu.

Sarı kadirin Şükrüye ait Aklimandaki iskele ve tonoz ise son derece rahat ve güvenli idi. Şükrünün teknesi ön limanda olduğu için bu iskele yaz boyu boştu ve rahatca kullanabilirdik.

Ağır aksak, biraz durgun, biraz hüzünlü , teknedeki eşyalarımızdan eve gidecekleri toparladık sevgili Rast'ın içini dışını temizledik. Tentelerini indirdik. Tonoz halatını ve baş iplerini sıkıladık iyice emniyete aldık. Şalter ve vanaları kapattık. Rast'ı orada Aklimanda kalan arkadaşlara emanet ettik. Arabamızı arkadaşlar getirdiler yükledik ve 20 km uzaklıktaki köyümüzün yolunu tuttuk.

Bu bölümü köyden yazıyorum. İstenmeden yazılan bir bölüm ama son bölüm değil. 2-3 gün daha yazıp kendimce eksik olan bazı bilgileri tamamlayacağım. İstatistiki bilgileri verip enteresan bazı olayları anlatacağım. Vakitsizlikten yanıtlayamadığım bazı sorular var onları yanıtlayacağım

Ve sonra bir sonraki projeye kadar başka işler çoğunlukla çiftcilik ve balık tutma ile ilgileneceğiz.

Daha sonra kimbilir ???

Rast ile başladık belki Nihavent ile devam ederiz sonra belki Saba gelir belki Neva..

Sadece Rast'ın İzmir-Sinop yolunun hikayesi bitti..

Hayat devam ediyor..


Posted by Picasa

Atlanılan ''Nasıl Yani'' hikayesi

Şimdi yandaki fotografa bakıp buda ne diyeceksiniz. Ben hikayeyi anlatınca tekrar inceleyip o zaman görmeniz gereken şeyi göreceksiniz.

Hatırlarsınız Karadeniz seyahatine yeni başlamış ikinci etapta Poyraz limanından Ağvaya gelmiştik ve yolda yaşadığımız önemli bir olaydan bahsedip daha sonra yazacağımı söylemiştim. Şimdi onu yazıyorum. Yazmasam olmazdı. Çünkü unutmak istemediğim kadar ilginç bir olay.

Şile limanından Ağva hedefli olarak çıkmış ve yaklaşık 4 mil kadar bir yol almıştık. Burundan buruna seyir yaptığımız için arkasında büyükce bir koy ve geniş bir kumsal olan bir burunu yarım mil açıktan dönerken bizden yaklaşık 2 mil açıkta yelkenli bir tekneye benzeyen bir yapı dikkatimizi çekti. Yüzer bir platform üzerinde dikili çok yüksek iki direk ve aralarında ortasında siyah bir daire olan yelken benzeri bir şey vardı. Ayşe bana fikrimi sorunca doğal gaz arama çalışmaları ile ilgili bir şey olabileceğini söyledim.

Tam biz bunları konuşurken önünden geçmekte olduğumuz koyun içinden daha önce görmediğimiz siyah bir zodiac çıktı ve inanılmaz hızlı bir şekilde dalgaların üstünden zıplaya zıplaya tam üstümüze doğru gelmeye başladı. 15-20 saniye sonra içinde kısa saçlı esmer ve siyah tişörtlü 4 adam olduğunu gördük. Ayşeyi bilmem ama ben hafiften tırsıp biraz yol verdim. Aklıma somalili korsanlar geldi. Çevrede ne bir yerleşim yeri vardı ne de başka bir tekne. Denizde yapayanlızdık. Biraz daha yaklaştılar ve elleri ile dur işareti yapmaya başladılar. Ben se anlamamış gibi onlara el sallayıpo hissettirmeden biraz daha yol verdim. Ama o tekneden kaçmamız imkansızdı. Kısa sürede yanımızda bittiler. Bir tanesinin elinde tabanca gibi bir şey vardı. Dur diye bağırdılar ve çaresiz rölantiye ve boşa alıp ağırladım ve o anda silaha benzettiğim şeyin bir telsiz olduğunu anladım çünkü adam kulağına götürdü ve konuşmaya başladı.

Yanımıza yanaştılar ve ''siz ne yapıyorsunuz yasak bölgeye girdiniz burası atış alanı dediler'' o zaman kim olduklarını anladık. Bunlar askerlerdi ve biz askeri bir bölgeye girmiştik ama hala atış alanı sözcükleri tam olarak anlam kazanamamıştı . Biz Ağvaya gidiyoruz buradan geçmeden gidemeyiz ki gibi bir şeyler geveledim ve ne atışı diye sordum. FÜZE atışı dedi zodiac'takilerden birisi ve ekledi tam gaz yola devam edin ve sakın geri dönmeyin. Aman allahım gaza bir yüklendik ve arkamıza bakmadan bir kaçtıkki sormayın. Sırtımızdan aşağı buz gibi terler dökerek ve niçin Şile limanı çıkışında bizi uyaracak bir görevli tekne olmadığını anlamaya çalışarak.

Ayşeden hedef olduğunu geç te olsa anladığımız şeyin fotografını çekmesini istedim. Korkusundan uzun süre reddetti . Bizi yakalar askeri sırların fotografını çekiyorsunuz derler dedi.En sonunda çaktırmadan çekmeyi denediğinde ise sonuç yukarı da gördüğünüz gibi oldu. Silik soluk bir görüntü.

İşte nasıl yani dedirten olayın öyküsü bu.
Posted by Picasa

Türkeli'den Aklimana


Türkeli barınağından sabah 6:30 da çıktık. Çıkarken saate bakınca barometrenin gece boyu sürekli 1016 ya kadar düşmüş olduğunu farkettim. Tam çıkışta motoru boşa alıp bilgisayarı çıkartıp limandab uzaklaşmadan bir kez daha hava durumuna baktım. Herşey dün akşam baktım gibi idi olağanüstü bir durum görünmüyordu. Zaten bu arada barometrede yukarı doğru çıkmak istediğinin sinyallerini vermeye başlamıştı. Bu işlem 5 dakikamı aldı ama içim rahatladı.

Hemen çıkıştan sonra 70 dereceye dümen tutup bir saat yol alarak Türkeliden 3.5 mil sonra Helaldı barınağını ondan 3.5 mil sonrada İstefan burnu ve barınağını biraz açıktan geçtik.

İstefan burnu ile İnceburun arasını niyetimiz biraz içe kıvrımlı geçerek herhangi bir aksilikte tam ortada yer alan Gebelit çay ağzına girmekti. Ama öyle yapmak yerine direk 65 dereceye dümen tutarak 6-7 mil açıktan bir seyirle 3 saat 4o dakika sonra İnce fenerinin önüne düştük.

Yol boyu bizi rahatsız edecek bir hava esmedi. Sadece Ayancık açıklarından geçerken ayancık çay ağzından dışarı güney batı gibi esen rüzgar bordadan yediğimiz dalga yaptı. Zaten bu dalga ve rüzgar 1 saat bile sürmedi.


Ülkemizin en kuzey noktası olan ince burun fenerini bulduktan sonra güney doğuya doğru dönerek ince burun kıyılarındaki enteresan cografi yapıyı ve mağaraları inceleyerek çok ağır yolla güzelim Hamsaroz koyuna girdik ve demirledik.

Burada biraz denize girip,
tüm yolculuğumuzun en ciddi etaplarından biri olan İstefan-İnceburun etabının yorgunluk ve stresini attık. Yemeğimizi yedik ve demir alarak Akliman koyuna girdik.

Tüm karadeniz sahilinin küçük tekneler için bence en korunaklı ve yapay olmayan limanı olan Akliman çarpıcı güzelliği , huzuru, yeşili ve sakinliği ile bizi bir kez daha kucakladı. Bizde yolumuzu tamamlamadan önceki son geceyi burada geçirmeye karar verdik.
Posted by Picasa

Hamsaroz ve Akliman


Hamsaroz koyu (şimdilerde hamsilos diye yeni isim taktılar nedendir bilinmez) Cidedeki Güderoz koyu gibi bir koy. Güderozdan biraz daha küçük ama girişi dış denize tamamen kapalı ve çok daha iyi korunma sağlıyor. Ayrıca yaklaşık 400-500 m çapı olan dairesel yapının güney batı ucunda deniz bir çay gibi daralarak yaklaşık 1 km kadar içeri giriyor.


Akliman ise çok daha büyük bir liman. Girişindeki iki adası koy dibindeki plajı, iskele ve piknik alanları ile çok daha fonksiyonel bir bölge.

Alt üç fotograf limanın içindeki eski sazlık alanı gösteriyor.
Benim çocukluğumda bu geniş havuz sinek yuvası olan sazlıklar ile kapalı idi. Daha sonra çok akıllıca bir karar ile bu sazlık alanı temizleyip derinleştirdiler ve balıkcılar ile amatör teknelerin kullanabileceği muhteşem bir barınak oluştu. Üstelik 1 gram beton dökmeden, kaya dolgu kullanmadan.

Bir gece burada kalıp yarın yola devam ediyoruz. Sadece 12 mil yolumuz kaldı..

Posted by Picasa